Narendra Modi’nin üçüncü iktidar yürüyüşü: AKP ve BJP’nin iktidar serüveni bize ne anlatıyor?

Posted by

Abdullah Esin & Mehmet Yaşar Altundağ

Dünyanın en kalabalık ülkesi seçime gidiyor

1.4 milyar nüfusuyla dünyanın en kalabalık ülkesi olma sıfatını geçtiğimiz yıllarda Çin’den devralan Hindistan, 19 Nisan’dan 1 Haziran’a kadar yaklaşık 6 hafta sürecek olan seçim sürecine girdi. Aynı zamanda dünyanın en büyük demokrasisi olarak da adlandırılan Hindistan’da yaklaşık 960 milyon seçmen bulunuyor. Seçimlere katılım oranının yüzde 65 gibi düşük bir oranda kalacağı ve 500 milyon seçmenin oy kullanacağı öngörülüyor.[1]

2014’te iktidara gelerek Hindistan’da büyük bir siyasi, ekonomik ve toplumsal dönüşüm gerçekleştiren iktidar partisi Bharatiya Janata Party (Hindistan Halk Partisi, BJP) ve partinin lideri Başbakan Narendra Modi‘nin seçimleri üçüncü kez kazacağına kesin gözüyle bakılıyor.[2]

Dünyanın en kalabalık ülkesi, Batı merkezli dünya düzenine alternatif bir güç merkezi olma iddiasındaki BRICS üyesi, gelişmekte olan Küresel Güney’in liderlerinden biri ve ABD’nin Asya-Pasifik’te artan Çin hegemonyasına karşı en önemli müttefiklerinden olan Hindistan’ın seçimleri dünya kamuoyu tarafından ilgiyle takip ediliyor.

Hindistan artan jeopolitik önemi ile birlikte üzerinde daha fazla düşünülmeyi ve takip edilmeyi hak eden bir ülke oluyor. Ayrıca Hindistan’ın mevcut dinamiklerini ve geçmişini anlamak Türkiye’nin son 20 yılındaki dönüşümü küresel bir perspektif içerisinde analiz edebilme imkanı yaratıyor. Türkiye’de pek fazla tartışılmasa da Hindistan’daki siyasi konjonktür ve dinamikler ülkemizle büyük benzerliklere sahip.

Bunun için önce Hindistan’da BJP ve Modi’yi iktidara taşıyan siyasi, ekonomik ve toplumsal dinamikleri kısaca inceleyeceğiz. Bu süreci incelemek ve Türkiye ile benzerliklerini karşılaştırmak özellikle de 2008 Finansal Krizi’nin ardından tüm dünyada yaşanan bir dönüşümü anlamamızın kapısını aralayacak. Artık ana akım bir tartışma hâline gelen popülist sağ partilerin iktidar yürüyüş hikâyesinin sadece Türkiye’ye özgü değil; gelişmekte olan birçok ülkeyi kapsayan radikal bir dönüşüm süreci olduğunu böylece daha iyi kavramış olacağız.

Narendra Modi ve BJP’nin iktidar yürüyüşü

Hindistan’ın bağımsızlığını kazanmasından sonraki ilk Başbakanı Jawaharlal Nehru, Hindistan’ı liberal, demokratik, seküler ve azınlıklara karşı hoşgörülü bir ülke hâline getirmeye dönük politikalarıyla tanınan bir lider.[3] Hindistan, ezeli rakibi ve kendisinden ayrılıp bağımsız bir ülke olan Pakistan’ın aksine kuruluş kodları itibarıyla liberal Batılı demokrasilere yakın ve aynı ideoloji benimseyip hegemonik hâle getirmeye çalışan bir kurucu idareye sahip.

Ülkenin iktisadi tarihine bakıldığında ise Türkiye ile neredeyse aynı süreçleri ve dönüşümleri geçirdiği görülüyor. Tabii ki bu durum iki ülkeyle sınırlı değil. 1950’lerde gelişmekte olan birçok ülkenin önce İthal İkameci Sanayileşme (Import Substitution Industrialization) modelini uygulaması, 1980’lerden itibaren de dışa açık, neoliberal küreselleşme modeline geçiş yapması gelişmekte olan, bir diğer ifadeyle yarı-çevre, ülkelerin dönemin hâkim ekonomik paradigmasını benimsediğinin somut bir örneği.

1950-1980 arası dönemde ithal ikameci endüstrileşme modelini uygulayan Hindistan, 1991 yılından itibaren piyasa odaklı ve dışa açık neoliberal bir modele geçiyor. Aynı dönüşümü Türkiye, Turgut Özal‘ın mimarı olduğu 24 Ocak Kararları ile 1980 yılında geçirmişti.

1990’lardan itibaren Hindistan; uluslararası ticareti artırma ve yabancı yatırım çekmeye dayanan önemli bir ekonomik ve toplumsal dönüşüm yaşıyor. Bu aynı zamanda dünya ekonomisiyle daha fazla entegrasyon ve uluslararası arenada daha güçlü bir pozisyon arayışına da zemin hazırlıyor.

Bu ekonomik dönüşüm sürecinden hangi sınıfların kazançlı, hangilerinin ise zararlı çıktığı sorusu, Narendra Modi ve BJP’nin girdiği üçüncü seçimleri de kazanma ihtimalini neredeyse kesinleştirmesinin arkasındaki toplumsal dinamikleri açıklıyor.

Neoliberal küreselleşme sürecinde ülkedeki en zengin gruplar daha da zenginleşirken aynı zamanda en yoksul kesimin yaşam standartlarında da önemli bir iyileşme yaşanıyor.

Bu süreçte, kentlere yeni göç etmiş ve alt gelir gruplarına ait olan toplumsal kesimlerde kent rantı ve ucuz iş gücüne dayalı ihracat stratejileriyle birlikte süreç içerisinde kalkınıyor ve yeni orta sınıf olarak (neo-middle class) tanımlanmaya başlıyor.

Bu dönüşümün kaybedenleri ise işçi sınıfı ve taşradaki nüfus oluyor.[4] Modi ve BJP’nin 2014’te gelen ilk seçim zaferi de neoliberal küreselleşmenin kazananlarını ve kaybedenlerini birbirinden farklı politikalarla ancak ortak söylemlerle bir araya getirebilme yeteneğiyle gerçekleşiyor. 

Türkiye ve Hindistan’da AK Parti ve BJP iktidarlarını karşılaştıran akademisyen Şefika Kumral[5], Modi’nin farklı toplumsal kesimleri birleştiren ekonomi programını şu şekilde özetliyor:

“Modi’nin büyüme odaklı neoliberal kalkınmacı modeli farklı toplumsal kesimlerin desteğini alabilmesinde hayati öneme sahip. BJP; zenginleşme hedefindeki toplumsal kesimleri neoliberal politikalarla, neoliberalizmin alt sınıflar üzerindeki olumsuz etkilerini çeşitli sosyal yardım paketlerini içeren refah politikalarıyla, ve kalkınmacı ekonomik modelini de Hindistan’ı değişen dünya siyasetinde hak ettiği konuma getirecek bir strateji olarak göstererek birbirinden çok farklı toplumsal kesimlere kabul ettirebiliyor.”

Nitekim, Narendra Modi, Hindistan’ın en büyük eyaletlerinden olan Gujarat’taki 2011-2014 dönemini kapsayan Başbakanlığı döneminde uyguladığı “iyi yönetişim, yatırım dostu politikalar ve altyapı gelişimi” olarak sloganlaştırılan modeli tüm Hindistan’da uygulama vaadiyle iktidara gelmişti.

Hindistan’ın BJP’yi iktidara taşıyan siyasi, ekonomik ve toplumsal dönüşümü Türkiye ile önemli benzerlikler taşıyor.

Her iki partinin de uzun süren koalisyon dönemlerinden sonra tek parti olarak iktidara gelmesi benzeşen siyasi arka plan dinamiklerinden bir diğeri. Aynı zamanda, BJP’nin selefi olan RSS’nin 1977’de koalisyon ortağı olarak ilk kez iktidara gelmesi ve 1998’de seçimlerden birinci çıkması AK Parti’nin selefi Refah Partisi’nin siyasi yolculuğunu anımsatıyor.

Türkiye ve Hindistan’ın benzer hikâyeleri

Türkiye’de de 1960-1980 arası dönemde uygulanan ithal ikameci kalkınma modelinde yerli burjuvazi güçlenirken işçi sınıfı da görece daha yüksek ücretler kazanmış ve önemli kazanımlar elde etmişti.

1980’den itibaren uygulanmaya başlanan neoliberal politikalar ise hem TÜSİAD tarafından temsil edilen büyük sermayeyi hem de MÜSİAD öncülüğündeki yeni yeni büyüme başlayan Anadolu sermayesini güçlendiren, dış pazarlara açılmasına imkân sağlayan bir model yarattı. Neoliberalleşme, aynı zamanda kent rantı ve finansallaşmaya dayanan tüketim harcamaları ile kentlerde yeni bir sınıf atlama imkanının yaratılmasına ve sermaye birikim modelinin geliştirilmesine de olanak sağladı. Bu sürecin kaybedenleri ise büyük oranda işçi sınıfı ve kent yoksulları oldu.

AK Parti’yi iktidara getiren ve 22 yıldır iktidarda tutan toplumsal koalisyon da önemli ölçüde neoliberalleşmenin kazananlarını ve kaybedenlerini bir araya getirecek siyasi ve ekonomik politikalar ve söylemlerle sağlandı.

İktidarının ilk dönemlerindeki düşük faiz-düşük enflasyon-değerli TL politikasıyla TÜSİAD’ın temsil ettiği büyük sermayenin gelişmesini teşvik eden AK Parti iktidarı, aynı zamanda kamu bankaları üzerinden düşük faizli kredi dağıtan ve ihracatı teşvik eden politikalarıyla MÜSİAD sermayesinin büyümesini ve hem ekonomik hem de siyasi olarak önemli bir güç merkezi hâline gelmesini destekledi. Kamu ihaleleri de bu grubun güçlenmesinde önemli rol oynadı.

İnşaata dayanan kent rantı da bu dönemde yeni bir sermaye sınıfının oluşmasını sağladı. Kimisinin sadece birkaç apartman inşasıyla bu sürece dahil olduğu, kimisinin ise mega projelerin veya uluslararası ihalelerin yürütücülüğünü üstlenmesiyle var olduğu müteahhit grubu diyebileceğimiz bir inşaat ekonomisi yaratıldı. Bu inşaat ekonomisinden ise büyük kentlerin çeperlerinde yaşayan ve Anadolu’nun büyüyen şehirlerinde ikamet eden alt ve orta sınıflar da faydalandı. Ellerinde arsalar kat karşılığı apartmanlara dönüşmüş oldu, toprağın giderek sermayeye açılmasıyla bir anda sınıf atlama imkânı yakaladılar. AK Parti, inşaat ekonomisi üzerinden farklı sınıfları ortak kazanç etrafında birleştirerek sınıflar-arası bir koalisyon yaratmış oldu.

Bu esnada reel ücretlerin artması ve alım gücünün yükselmesiyle kentli orta sınıflar da göreceli bir zenginleşme dönemi yaşadı. Kentli alt sınıflar veya kent yoksulları olarak tanımlanan kesim ise kapsamı ve içeriği sürekli genişleyen sosyal yardım politikaları ile yoksulluğun sürdürülebilir hâle getirildiği bir yeni bir modelle iktidarın seçmen koalisyonuna dahil edildiler.

AK Parti iktidarının bir yanı neoliberal diğer yanı kalkınmacı olarak tarif edilebilecek olan bu ekonomik programı aynı zamanda büyük altyapı yatırımları ve artan devlet kapasitesi ile paralel şekilde ilerledi. Dolayısıyla, neoliberal modelin kazananları ve kaybedenleri “Büyük ve Güçlü Türkiye” anlatısıyla aynı koalisyon içerisinde tutulmaya ve Türkiye’nin değişen dünya düzeninde hak ettiği konuma ulaşacağı vaadiyle desteklerini sürdürmeye devam ettirildi.

Güçlü ülke, güçlü lider

Sanayileşmiş ve zamanında refah toplumu yaratabilmiş Batılı devletlerde reaksiyoner ve popülist partilerin iktidara gelişi üzerine ciddi bir literatür birikmiş durumda. Ekonomist Dani Rodrik‘in perspektifi ise bütün bu tartışmaları özetler nitelikte.

Neoliberal Küreselleşme sürecinin Batılı ülkelerdeki orta sınıfları ve alt sınıfları ekonomik anlamda olumsuz etkilediği, bu durumun göçmenlere karşı olumsuz tutumları güçlendirdiği ve ülkelerinin yeniden eski görkemli günlerine döneceği vaadini veren sağ-popülist liderlere desteği güçlendirdiği tezi (bkz. Rodrik, 2018) siyaset bilimindeki ana akım argümanlardan biri hâline geldi.[6]

Öte yandan, neoliberal küreselleşmenin kazananları olarak tanımlanan bazı Küresel Güney ülkelerinde de (Hindistan ve Türkiye) sağ-popülist partilerin iktidara gelmesi önemli bir tezat oluşturuyor. Kumral’a (2022) göre neoliberal küreselleşmenin kazananları ve kaybedenleri birbirlerinden farklı motivasyonlarla aynı söylemleri ve stratejileri kullanarak iktidara geliyorlar.

Gelişmiş ülkeler, Çin ve Hindistan gibi ülkelere kayan yatırımlarını, fabrikalarını ve ekonomik güçlerini yeniden kendi ülkelerine getirerek kendi vatandaşlarının refahını artırma vaadinde bulunurken Hindistan ve Türkiye gibi ülkelerde sağ-popülist partiler bu süreçte elde edilen kazanımların ülkelerini dünya düzeninde hak ettikleri konuma getirmek için kullanılması gerektiğini ve bunu da ancak kendilerinin yapabileceklerini söyleyerek iktidara geliyorlar. Bu reaksiyoner ideoloji, aynı zamanda daha merkeziyetçi ve güçlü bir yönetim tarzını da gerekli göstererek meşru kılıyor.

Modi’nin Hindu milliyetçiliğini benimseyen ideolojik tutumu, denge ve denetim mekanizmalarını yavaş yavaş zayıflatarak gücünü merkezileştirmesi, yaklaşık 200 milyonluk Müslüman azınlığa yönelik ayrımcı politikaları ve muhalefete yönelik baskıcı tutumuyla bir yandan kendi seçmen tabanını konsolide ederken öte yandan muhalif kesimler üzerinde büyük bir baskı ve endişe yaratıyor. Hatta bu seçimin Hindistan’ın kurucu değerleri ile Modi’nin savunduğu otoriter-milliyetçi değerler arasında bir kader seçimi olduğu yorumları dahi yapılıyor.[7]

Modi yönetimindeki Hindistan’da basın özgürlüğü ve bağımsız yargı gün geçtikçe zayıflıyor. Federal sistem yerini daha merkeziyetçi bir yönetime bırakıyor. Türkiye’den de tanıdık bir gelişme olarak BJP’nin üçüncü kez seçimi kazanması durumunda tek güçlü denetim mekanizması olarak görülen Anayasa Mahkemesinin (Supreme Court) kapatılmasının veya yetkilerinin azaltılmasının ciddi bir şekilde gündeme gelebileceği de yazılıp tartışılıyor.[8]

Modi aynı zamanda kendini seçkin kurucu elite karşı sıradan vatandaşların arasından gelen ve onların sesi olan bir siyasi pozisyonun temsilcisi olarak resmediyor. Bu çok tanıdık bir strateji. Çünkü popülist siyasetin temelinde elitler ve sıradan halk ayrımı yer alıyor.[9] Foreign Policy dergisinin baş editörü Ravi Agrawal, “The New Idea of India” başkıklı makalesinde Modi’yi şu ifadelerle tanımlıyor:[10]

“Modi, alt-alt orta sınıf bir ailede doğdu. Bir Hindu aktivist olarak ülke çapında yıllarca seyahat ederek, sıradan insanların evlerinde uyuyarak ve onların kolektif hayal kırıklıklarını ve umutlarını anlayarak kendini yetiştirdi. Modi’nin Hindistan fikri, seçimli demokrasi ve sosyal refaha dayanmasına rağmen Nehru’nunkinden oldukça farklı. Kültürü ve dini, devlet işlerinin merkezine koyuyor. Millet kavramını Hinduizm üzerinden tanımlıyor. bireysel haklar ve özgürlüklerin kısıtlanması pahasına da olsa, güçlü bir başkanın liberal bir başkandan daha iyi olduğuna inanıyor. Bir tür illiberal demokrasiye dayanan bu alternatif vizyon giderek Modi ve BJP için kazandıran bir anlatıya dönüşüyor.

Modi’nin kurucu değerler ve seçkin yöneticiler ile halk ikilemini Türkiye’de Erdoğan‘ın siyasi yükselişinde de görmek mümkün. Kendi iktidarından önceki dönemi “milletin iradesine karşı bir vesayet tahakkümü” olarak tanımlayan AK Parti de seçkin ve Batıcı elitlere karşı milletin içinden çıkan ve milletin iradesini siyasete taşıyarak millete hak ettiği gücü verme vaadiyle iktidara geldi. 22 yıllık iktidarını da büyük oranda bu anlatının üzerine inşa etti, giderek artan gücünü bu şekilde meşrulaştırdı.

Agrawal’ın “Hindu üstünlüğü artık bir norm hâline geldi. Buna yönelik eleştiriler de ‘anti-millî’ olarak yaftalanıyor” ifadeleri aynı zamanda Hindistan’da da iktidarın ideolojik hegemonyasının millîlik-anti-millîlik karşıtlığı üzerinden meşrulaştırıldığını bizlere gösteriyor.

Tekno-milliyetçilik, dini semboller ve reaktif dış politika

 Türkiye ve Hindistan arasındaki paralellikler sadece geçmişteki siyasi dinamiklerle sınırlı değil. AK Parti ve BJP iktidarlarının son dönemlerinde ön plana çıkardıkları başat stratejiler de oldukça benzeşiyor. Tekno-milliyetçilik, dini sembolleri siyasetin bir parçası haline getirme ve daha aktif bir dış politika yürütme bu ortak stratejilerin en önemlileri olarak karşımıza çıkıyor.

Türkiye’de yükselmekte olan tekno-milliyetçiliği daha önce çeşitli mecralara yazdığımız makalelerde incelemiştik:[11]

“TEKNOFEST, savunma sanayi atılımları ve güvenlik rejimi etrafında ruhu oluşturulan tekno-milliyetçilik aynı zamanda milli gururu okşayan ve büyük devlet anlatısına destek veren milliyetçi-büyük Türkiye retoriğini ve Türkiye’nin dış politikadaki müdahalelerini destekliyor. Militarizmi ve savunma sanayinin büyümesini desteklemekle kalmıyor, aynı zamanda buradaki gelişmeleri doğalında ve tartışmasız milli menfaatlerin bir parçası olarak görüyor.

Savunma sanayi ise burada sadece dış politikadan ibaret değil, aynı zamanda kalkınmanın, gelişmenin ve Türkiye’nin Batı hegemonyasını kırmasının hem somut bir adımına hem de bir sembolüne dönüşüyor. Sadece tehditler ve mağduriyetler etrafında kurulan bir milliyetçilik tasavvurundan ziyade kalkınma ve güçlenmenin somut bir versiyonunu sunan tekno-milliyetçilik hem seküler hem de materyalist reaksiyoner milliyetçiliğin üzerinde yükselebileceği verimli bir alan sunuyor.”

Türkiye’de savunma sanayii üzerinden yükselen tekno-milliyetçilik, Hindistan’da uzay sanayi ve bilişim sektörü üzerinde filizleniyor. Hindistan’ın 2023 Ağustos ayında Ay’ın güney kutbuna uzay aracı indirmeyi başaran ilk ülke olması, ülkede yarı iletken çip üretimini teşvik edecek 10 milyar dolar değerinde bir programın 2021’de hayata geçirilmesi ve bilişim sektöründe faaliyet gösteren start-up’lar ile Hindistan ordusu arasındaki etkileşimi artırmaya yönelik politikaların geliştirilmesi Hindistan’da yükselen tekno-milliyetçiliğin altyapısını oluşturuyor.

Sektörler farklı olsa da tekno-milliyetçilik her iki ülkede de aynı anlatıya hizmet ediyor: “Güçlü ve Büyük”. Aynı zamanda tekno-milliyetçilik, Türkiye ve Hindistan’da Batılı değerli benimsemeden de kalkınılabileceği, milliyetçiliğin ve dindarlığın teknolojik gelişmeyle harmanlanabileceği ve güçlü bir liderin arkasında ülkelerin dünya sahnesinde hak ettiği konuma gelebileceği mesajını modern bir söylemle vatandaşlara ulaştırabiliyor. Narendra Modi’nin çeşitli röportajlarında “Daha önce bulunduğumuz yerden düştük ama şimdi yeniden yükselme şansımız var.”[12], “Hindistan gerçek bir uyanışın eşiğinde”[13] gibi ifadeler de tekno-milliyetçiliğin üzerinde yükseldiği “hak ettiğimizi geri kazanacağız” söyleminin somut birer örnekleri. Ek olarak, AK Parti iktidarının 2023 hedeflerine paralel olarak, BJP de Hindistan’ın kuruluşunun 100’üncü yılı olan 2047’ye yönelik bir vizyon programı ortaya koyuyor.[14]

Dini semboller de Erdoğan ve Modi’nin uzun süreli iktidar serüvenlerinin önemli bir parçası. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ayasofya’yı ibadete açması nasıl ki Türkiye Cumhuriyeti’nin seküler ve Batılı kurucu ideolojisine karşı İslami hareketin bir başarısı olarak görülüyorsa Modi’nin de 1992 yılında milliyetçi gruplar tarafından yıkılan Babri Camisi’nin yerine Ram Janmabhoomi Mandir tapınağını inşa etmesi Hinduizmin İslâma, Modi iktidarının da Hindistan’ın seküler ve Batılı kurucu ideolojisine karşı bir zaferi olarak görülüyor.

Son olarak, her iki ülkenin de AK Parti ve BJP iktidarlarında dış politikada daha proaktif ve reaksiyoner bir strateji izlediğini söyleyebiliriz. “Stratejik Otonomi” olarak kavramsallaştırılan proaktif dış politika stratejisi bir yandan her iki ülkenin de doğal nüfuz alanları olarak gördüğü coğrafyalarda daha aktif ve müdahaleci bir tutum benimsemesine alan açarken diğer yandan iç politikada milliyetçiliğin hâkim ideoloji olarak devam ettirilmesini kolaylaştırıyor.

Modi’nin Pakistan ile dönem dönem sıcak çatışmaya evrilen dış politika anlayışı, Çin ile karşılıklı kayıpların verildiği sınır çatışmaları ve Pakistan ile sürekli bir gerginliğe neden olan Keşmir’in kontrolünü ele geçirme hamleleri Hindistan’ın bölgesel güç olma hedefine yönelik hamleler olarak değerlendiriliyor.

Farklı aktörler, aynı stratejiler

Hindistan ve Türkiye; birbirinden uzak coğrafyalarda, farklı kültürlere sahip iki ülke olsa da dünya düzenindeki konumları, ekonomik ve siyasi geçmişleri ve bugünkü siyasi konjonktürleriyle büyük benzerliklere sahip.

Neoliberal küreselleşmenin göreceli olarak kazananları konumundaki bu iki ülke artık dünya düzeninde konumlarından ve iç siyasetteki geleneksel dinamiklerden memnun değiller. Geniş bir toplumsal koalisyonun gücüyle iktidara gelerek hem geçmişin izlerini silmek hem de geleceğin düzenini değiştirmek istiyorlar. AK Parti ve BJP Büyük oranda aynı dinamikler üzerinde yükseldiler ve iktidarda kalmak için benzer stratejileri benimsiyorlar. Hindistan ve Türkiye’nin hikâyesi, aynı zamanda gelişmekte olan ülkelerin, bir diğer ifadeyle Küresel Güney’in bugün neden büyük ölçüde sağ-popülist iktidarlarca yönetildiğine de somut bir cevap üretiyor. Dolayısıyla Hindistan siyaseti, Türkiye’deki siyasi ve toplumsal dönüşümü biraz geriden de olsa yakından takip ediyor ve ortak bir kadere doğru ilerliyor. Türkiye’nin “Turkey” olan İngilizce adının “Türkiye” olarak değiştirilmesi, Hindistan’ın da ülkenin İngilizce “India” olan adının “Bharat”a çevrilmesi için başvuru yapması aynı revizyonizmin ve ortak bir patikada ilerlendiğinin delili değil midir?


[1] https://www.foreignaffairs.com/india/end-secular-india?check_logged_in=1

[2] https://indianexpress.com/article/india/pm-modis-approval-rating-soars-by-febuary-2024-9197768/

[3] https://foreignpolicy.com/2024/04/08/india-modi-bjp-elections/

[4] Kumral, Ş. (2023). Globalization, crisis and right-wing populists in the Global South: the cases of India and Turkey. Globalizations, 20(5), 752-781.

[5] Kumral, Ş. (2023). Globalization, crisis and right-wing populists in the Global South: the cases of India and Turkey. Globalizations, 20(5), 752-781.

[6] Rodrik, D. (2018). Populism and the economics of globalization. Journal of International Business Policy, 12–33.

 https://doi.org/10.1057/s42214-018-0001-4

[7] https://www.foreignaffairs.com/india/end-secular-india?check_logged_in=1

[8] https://foreignpolicy.com/2024/04/23/india-election-judicial-autonomy-electoral-bonds-modi/

[9] https://foreignpolicy.com/2024/04/23/india-election-judicial-autonomy-electoral-bonds-modi/

[10] https://foreignpolicy.com/2024/04/08/india-modi-bjp-elections/

[11] https://birikimdergisi.com/guncel/11614/teknofestlerin-ruhu-tekno-milliyetcilik

[12] https://cnnpressroom.blogs.cnn.com/2014/09/19/prime-minister-narendra-modi-speaks-to-cnns-fareed-zakaria/

[13] https://www.ft.com/content/af288ffd-89f2-4cc0-ab71-92f00a9faab9

[14] https://foreignpolicy.com/2024/04/17/india-election-begins-modi-bjp-politics/

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir